Radyo'dan maç yayını YOK !

Radyo'dan maç yayını YOK !

İlk defa bu sezon maçlar radyodan naklen yayımlanmıyor.

Süper Lig’in radyodan naklen yayım ihalesine teklif sunan bir radyo ‘istasyonu’ çıkmadı şimdiye dek. Futbol Federasyonu’nun 2.5 milyon dolarlık yayın bedeli, iki yıldır bu işi yürüten TRT ve NTV’ye fazla gelmiş. Federasyon, fiyatı düşüreceğini vaat ederek pazarlığa çağırıyor. Zalim soru:

Radyodan maç dinlemek tarihe mi karışacak?

Tanıl Bora'nın Radikal gazetesinin 13 Eylül Perşembe günkü baskısındaki yazısı şu şekilde devam ediyor;

"Orhan Pamuk, ‘Saf ve Düşünceli Romancı’nın 80. sayfasında, radyodan maç dinleme ‘kültürünü’ anlatır: “Çocukluğumda İstanbul’da, Türkiye’de televizyonun henüz olmadığı 1960’larda radyodan futbol maçlarını ‘naklen’ anlatan konuşmacıyı –‘spiker’ kelimesi de Türkçeye böyle geçmişti- dinlerdik. Naklen yayın spikeri, seyretmekte olduğu görsel harikalar kelimelere geçirir, bizler ise aslında çok iyi bildiğimiz stadyumda neler olup bittiğini, hangi futbolcunun sahanın neresine koştuğunu, topun şimdi Boğaz tarafındaki kaleye ne açıdan yaklaştığını kelimelerden yola çıkarak gözümüzün önünde canlandırır, kelimeler sayesinde maçı görmüş kadar olurduk. Çünkü dinleye dinleye anlatıcının sesine, hünerine, kelime seçimine (tıpkı sevdiğimiz bir romancıyı okur gibi) alışmış, onun kelimelerini resimlere çevirmeyi öğrenmiş, hatta bunun tiryakisi olmuştuk. Naklen yayını dinlemek, bir futbol maçının kendisini seyretmek kadar tatmin ederdi bizi.”

O çağlarda radyodan maç dinlemek bir ayindi. Her yaştan erkeklerin oluşturduğu cemaatin önünde el bağladığı o yayın, kadın milletinin hayatını karartan bir fon müziği olarak yıllarca cızırdadı. Pikniklerde, gezmelerde de rahat yoktu; arabanın radyosunun veya transistörlünün başında müminler, dudaklarını kemirerek bir müjdeye kulak kabarttılar.

O devrin çocukları, yamuk topları duvara teper, sandalyelerin bacak aralarından geçirirlerken hayal ettikleri sahneleri, radyodan işittikleri ‘vegol vegol’lerle seslendirdiler.

Orhan Pamuk’un anlattığı gibi, radyodan dinlenen maç, hayal hanesinde oynanan ayrı bir oyundu sanki. Halit Kıvanç’ın ‘iyi niyetli’ diyeceğim sesi, hep güzellik vaad edercesine, bizi bu oyuna davet ederdi. Daha önce de yazmıştım, sahada olup bitenlerin usta peyzajcısı olarak ben Doğan Yıldız’ı bilirim. Bağırmayan, kibar bir heyecanla, resim çizer gibi, yemek tarif eder gibi pozisyon anlatırdı. Futbol maçı anlatıcılığının büyük natüralistiydi. Onun söz zanaatkârlığının kulağımdan gitmeyen kalıpları: ‘Zinnur da geliyor oraya ve Altaylılar üçgeni dörtgene tamamlıyorlar’; ‘Döndü ekseni etrafında, derin gönderdi’; ‘Kaleci Tanzer çıkıyor ve ellerinin yumuşaklığında topa hâkim oluyor’...
Radyo günlerine yetişmiş nesiller bir de Necati Karakaya’yı iyi hatırlarlar. Onun anlattığı maçın skorunu öğrenmek için çok defa merkez stüdyoya bağlanmayı beklemek gerekirdi. Ah o ani bağlantılar! Kendi halinde akmakta olan bir maç anlatımı birden kesiliverir, merkeze bağlanılır, merkezdeki spiker ‘mikrofonlarımız Bolu’da’ alarmı verir, Bolu’dan bir uğultu yükselir ama lehtar bir uğultu mu, aleyhtar bir uğultu mu? Attık mı yedik mi? Bazen spiker bir türlü devreye giremez, uzun uzun o tezahürat sisinden anlam çıkarmaya çalışırsınız. İşte o ‘bir şey oldu ama ne oldu?’ saliseleri, radyonun bir maçın heyecanını, statta da televizyonda da olmadığı kadar pompaladığı anlardır.

Birçok tasvir klişesi geliştiren Orhan Ayhan’ın hakkını da teslim etmeli. ‘Demarke vaziyette’ olmanın stratejik hikmetini kafamıza kaktı mesela. Maç spikerliğinde 50. yılını doldurup Guinness Rekorlar Kitabı’na girmeye azmeden Orhan Ayhan, birkaç yıldır sahadaki oynanan oyuna ilgisini asgari düzeye indirmesiyle ve dalgacılığıyla dikkat çekiyor. Genç kuşaktan kimi usta spikerler de son yıllarda böyle bir üsluba meyletti gibi geliyor bana (Acemi yavanlıklarını hiç saymıyorum). Genel olarak söz zanaatkârlığının yerini ‘geyik muhabbetinin’ almasının sonucu belki. Belki, futbolun bir televizyon sporu haline gelmesine ve radyonun gitgide marjinalleşmesine duyulan hıncın ifadesi… Belki biraz da, ‘gözden’ uzakta olmanın boşvermişliği…

Radyodan maç dinlemek, müzede, kösele tabanlı çivili kramponun yanında yerini alır mı dersiniz? Anlatma zanaatının bu kalesi, düşer mi?"